GRUP TOPLANTISI 22 TEMMUZ 2008
Değerli misafirler, değerli milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler…
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.
Bugünkü grup toplantımız anlamlı bir yıldönümüne rastlıyor.
22 temmuz seçimlerinin birinci yıldönümü.
Bundan tam bir yıl önce bugün, milletimizin seçim sandıklarına giderek "AK parti'ye
yeniden güçlü bir yetki verdiği, 'durmak yok, yola devam' dediği bir gün.
5 yıldır iktidarda olan bir siyasi parti olarak, hem geçmiş icraat ve
politikalarımızı onayladığını gösterdi; iktidarımızdan memnuniyetini ortaya
koydu; hem de oylarımızı artırmak suretiyle demokrasi tarihimizde sadece Demokrat
Parti'ye nasip olan güçlü bir destekle bizi taltif etti.
Seçim meydanlarında, 'marifet iltifata tabidir' demiştik.
Milletimiz, partimize yönelik büyük teveccühüyle icraat ve politikalarımıza
iltifatını böylece göstermiş oldu.
Biz de, bunun hakkını daha çok çalışarak, ülkemize ve milletimize daha çok
hizmet ederek vermek üzere hiç durmadan yolumuza devam ettik, yolumuza devam ediyoruz.
Hatırlarsanız, 22 Temmuz akşamı, genel merkezimizin balkonundan yaptığım
konuşmada, milletimizden aldığımız güçlü desteğin, omuzlarımıza daha ağır bir
sorumluluk yüklediğini söyledim.
Kazanan sadece AK parti değil, kazanan demokrasi olmuştur, kazanan güven ve
istikrar olmuştur, kazanan birlik ve beraberliğimiz olmuştur, kazanan
topyekün milletimiz olmuştur, memleketimiz olmuştur, demiştim.
Yine dedim ki, sadece bize oy verenlerin değil, bize oy vermeyen, farklı
siyasi tercihlerde bulunan vatandaşlarımızın da mesajını anlıyorum, alıyorum demiştim.
İradelerini, tercihlerini saygıyla karşılıyorum.
Tercihleri ne yönde olursa olsun, bütün vatandaşlarımız bizim için birdir,
beraberdir; herkesin tercihi bizim için kutsaldır, aynı derecede önemlidir, değerlidir.
Hepsinin meselesi bizim meselemiz, derdi bizim derdimizdir.
Partimiz kurulduğu gün böyle kuruldu, bu düşünceyle kuruldu. 22 temmuz seçimlerinden sonra da aynı noktadayız. Aynı anlayışla, aynı düşünceyle yolumuza devam ediyoruz.
Milletimize, hiçbir ayrımcılığa gitmeden bir ve bütün olarak kucaklamak suretiyle, hizmet ettik.
Bizim hareket noktamız milletimizdir; birlik ve beraberliğimizdir; hep
birlikte kazanmaktır.
Zira bütün bir tarihi tecrübe göstermektedir ki, hep birlikte kazanmayı
başaramayan milletler, hep birlikte kaybetmeye mahkumdur.
Biz, herkes için özgürlük, herkes için adalet, herkes için demokrasi, herkes
için refah diyerek yola çıktık.
İnanıyorum ki, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizi daha da yükseklere taşıyacak olan da bu birlik ve beraberlik ruhumuzdur.
Değerli Arkadaşlar;
Ak Parti hükümetini kurduğumuz ilk günden itibaren belli başlı ülke
meselelerinin birbiriyle doğrudan irtibatlı olduğunu, çözümün de ülke
meselelerini birbirinden koparmadan ele almakta olduğunu söyledik.
Bir tarafı düzeltirken diğer tarafı bozmamak gerektiğini, bir alanda
ilerlerken diğer alanlarda geriye gitmemek gerektiğini vurguladık.
Demokrasiye yatırım yaparsanız ekonomik güven ve istikrar kök salar, içeride
ülkenin siyasi istikrarını sağlarsanız dışarıda ülkenin itibarını
sağlarsınız, dedik.
Bu hedefi yakalamak için bütün politikalarımıza daima ülkemizin bütün
meselelerine eş zamanlı çözüm üretmenin gereği üzerinde durduk.
Bazı meseleleri erteleyen, 'şimdi zamanı değil' diyerek bazı meseleleri halının
altına süpüren o eski siyaset tarzını asla benimsemedik.
Türkiye geçmişte ne çektiyse esas meselelerini halının altına süpürme
siyasetinden çekmiştir.
Bazı meseleleri çözümsüz kabul ederek, bazılarıyla birlikte yaşamaya
vatandaşı alıştırmak suretiyle, bazı sorunları öteki sorunlarla yedeklemek suretiyle,
toplumsal karşıtlıklar üzerinden siyaset yaparak, çözümü güçleştirmek,
çözümü adeta imkansız göstermek Türkiye'ye büyük bir zaman ve enerji
kaybettirmiştir.
Biz iktidara geldiğimizde Türkiye'nin çözülemeyecek meselesi olmadığını,
sorunlarımız halının altına süpürülmezse, meselelerimizle yüzleşmekten
kaçınmazsak Türkiye'nin bütün ağırlıklarından kurtulacağını söyledik.
Türkiye ağırlıklarından kurtulmazsa gelişemez, büyüyemez dedik…
Bugün de aynı şeyi söylüyoruz.
Türkiye'nin -değerli arkadaşlarım, değerli konuklar- çözümsüz hiçbir meselesi yoktur, bunu
böyle bilelim.
Yeter ki, birbirimize güvenelim.
Yeter ki, aynı cumhuriyet idealleri, aynı gelecek hedefleri etrafında
kenetlenelim.
Yeter ki, güven ve istikrarın sürekliliğini sağlayalım.
Yeter ki, açık ve şeffaf bir demokrasiye inanalım.
Biz, toplumsal ihtilaflardan beslenen, birleştirici olmak yerine ayrıştırıcı
bir dil kullanan o eski kolaycı siyaset yolunu benimsemedik.
70 milyon vatandaşımıza konuşurken hepsine aynı dili kullandık.
Öyle yapmasaydık, bölgesel adaletsizlikle mücadele edemezdik.
Öyle yapmasaydık, Türkiye'nin doğusuna ayrı batısına ayrı bir dil
kullansaydık, Türkiye'yi bir ve bütün olarak kucaklamasaydık, 22 Temmuz'da
Türkiye’nin 80 vilayetinden milletvekili çıkaran bir parti olamazdık.
Değerli kardeşlerim eğer öyle yapmasaydık devlet-millet bütünleşmesine bu derecede katkı
sağlayamazdık.
Eğer içe kapanmacı, Türkiye'yi dünyanın gerçeklerinden tecrit eden bir
yaklaşımı savunsaydık, Türkiye bugün ne Avrupa Birliği'ne katılım sürecinde
olurdu, ne de bölgesel sorunların çözümünde bu kadar tayin edici bir misyon
yüklenebilirdi.
İşte bütün bu gelişmeler Türkiye'nin meselelerinin çözümsüz olmadığına -özellikle bunun altını çiziyorum- çözümsüz olmadığına olan inancımızla, bütün meseleleri eş zamanlı olarak ele alışımızla değerli arkadaşlarım doğrudan ilgilidir.
Açıkça şunu ifade etmek istiyorum:
AK Parti'nin bugüne kadar ekonomiden uluslar arası ilişkilere, demokratik
reformlardan sosyal politikalara kadar bütün alanlarda yürüttüğü siyaset,
ülke bütünlüğümüzün muhtaç olduğu siyasettir.
Bundan sonra da siyasetimiz, birlik ve bütünlüğümüzü esas almaya devam
edecektir.
Değerli Arkadaşlar,
Tabi ki bunlar kısa bir yolculuk değil. Bunlar akşam yatıp sabah kalktığınız zaman olacak bir
iş değil. Bakınız cumhuriyetin kuruluşu 1923, o günden bugüne 85 yıl geçti. 85 yılın 80
yılında nereye geldik ve 5 yılda hamdolsun nereye geldik. Bunu bütün alanlarda düşünmeye mecburuz.
Bütün alanlarda düşündüğümüz zaman, bir şeylerin olup olmadığını aklı selim zaten kabul
edecektir.
Bugün çok sayıda meseleyi bir arada konuşmamız, zaman içinde müzminleşen
birçok meseleyle yeniden yüzleşmemiz, esasen toplumdaki değişim iradesinin
olgunlaştığını gösteriyor.
Türkiye, bazıları farkında olmasa da geniş boyutlu bir değişim yaşamaktadır.
Tesis ettiğimiz demokratik istikrar ortamı, Türkiye'nin ufkunu büyütmüş;
demokrasi ve özgürlükler alanında kaydedilen gelişmelerle toplumdaki değişim
iradesi, kendini ortaya koyabilecek uygun bir zemine kavuşmuştur.
Yani ülkede, Türkiye’de, siyasi ve sosyal alanda, ekonomik alanda, adeta hergün
güncellemesini yapabilen bir irade mevcuttur. Bu çok çok önemlidir.
Demokraside güncelleme, hukukta güncelleme, temel hak ve özgürlüklerde güncelleme,
ekonomide, uluslar arası ilişkilerde kaydedilen gelişmeler hep bir güncellemenin neticesidir.
Türkiye'deki yerleşik alışkanlıkları hamdolsun artık değiştirdik.
AK PARTİ'nin siyaseten öncülük ettiği "istikrar içinde değişim" arayışı,
artık toplumsal bir talep olarak daha güçlü bir şekilde kendini
duyurmaktadır.
Asıl memnuniyet verici husus, milletin, toplumun siyaseti tayin etme
İradesidir, bunu yakaladık.
Esasen bu durum, vatandaşlık, yurttaşlık şuurunun ifadesidir._
Hepimiz bu değişime, bu dönüşüme ayak uydurmak, uzlaşma içinde, güven içinde,
birlik ve beraberlik içinde bu süreci sürdürmek durumundayız.
Ama, buradan çok söyledim, yine söyleyeceğim. Uzlaşma dediğiniz zaman bu bir düşünce
üzerinde yüzde yüz bir mutabakat anlamına asla gelmemelidir. Eğer toplumun kahir
ekseriyeti, büyük bir çoğunluğu, bir düşünce üzerinde mutabakat sağlıyorsa, orada uzlaşma
temin edilmiş demektir. Gönül arzu eder ki, bu yüzde yüz olsun. Ama olamıyorsa, geri vitese
takacak halimiz yok. Mutabakat kahir ekseriyetle varsa, o zaman “Durmak yok, yola
devam” diyeceğiz. Ülkenin buna ihtiyacı var.
İnşallah aynı azim ve kararlılıkla ülkemizi büyütmeye, güçlendirmeye,
kalkındırmaya devam edeceğiz…
Dünyanın hiçbir ülkesinde -gelişmiş ülkeleri kastediyorum- hiçbir ülkesinde arkadaşlar,
iktidar-muhalefet sürekli kavga halinde olmaz. İktidarın beyaz dediğine muhalefet siyah, aynı
şekilde muhalefetin beyaz dediğine de iktidar siyah demez. Bizim ülkemizde bu varsa -ki var-
o zaman bizim burada bir çıkmazımız var. Demek ki taraflarda eksiklikler var. Bunları
beraber giderlim! Giderelim.
Ama siz bir araya gelmeye muhalefet eder bundan kaçarsanız, o zaman da kusura bakmayın
iktidar bu işi nereye kadar kovalayacak? Bir kere olur, iki kere olur. Aman biz yine devam
edelim, devam edelim.
Devam edilsin ama, geneli itibariyle bu devam yine devam eder. Ama asıl buluşma, asıl
birleşme nerede olacak? Tabanda, halkta olacak.
Eğer halkta bu bütünleşme varsa, mesele bitmiştir. Halkta uzlaşma varsa, mesele bitmiştir, biz
buna bakalım. Onun için de kimse bu makamlarda kalıcı olduğunu iddia edemez. Bu
makamlar gelip geçicidir. Hepimiz gelip geçiciyiz. Kimse buraya kalkıp da çivi çakıp “Ben
buradayım” diyemez. Demokrasi budur. Siyaseti de böyle yaptığınız sürece halk sizi yüceltir.
Ama böyle yapmazsanız, o zaman da indirir. Onun için bizler, bunun anlayışı içerisinde bu
yolculuğumuzu sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Bütün bunlardan sonra hafta sonunda bildiğiniz gibi 8 Bakanımız ve bazı milletvekilli
arkadaşlarımla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne bir ziyaret gerçekleştirdik.
Bildiğiniz gibi, 20 Temmuz tarihi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Barış ve
Özgürlük Bayramı olarak kutlanıyor.
34 yıl önce, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bildiğiniz gibi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
gerçekleştirdiği Barış Harekatı'nın yıldönümü olarak kutlanmaktadır. Bu anlamlı bayram
gününü Kıbrıs’taki Türk kardeşlerimizle, Kıbrıs Türk’üyle, aynı heyecan içinde ortak biz
coşkuyla, ortak bir sevinçle, aynı zamanda büyük bir gururla hep birlikte kutladık.
Bugün grup toplantımız vesilesiyle, bir kez daha, sizlerin huzurunda,
Kıbrıs'taki kardeşlerimizin Barış ve Özgürlük Bayramı'nı tekrar kutluyorum, tebrik ediyorum.
Kuzey Kıbrıs'ın özgürlüğü ve bağımsızlığı için büyük bir mücadele ortaya
koyarak şehit veya gazi olan Mehmetçiklerimizi bir kez daha rahmetle,
şükranla yadediyorum.
İki gün süren Kuzey Kıbrıs programımızda Cumhurbaşkanı Sayın Talat'la,
Meclis Başkanı Sayın Ekenoğlu'yla, Başbakan Sayın Soyer'le, Anamuhalefet
Partisi Lideri Sayın Ertuğruloğlu ile ve diğer parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi
partilerin genel başkanlarıyla görüşmeler yaptık.
Kıbrıs'ta, Hükümetimizin de desteğiyle yapılmış bazı tesislerin açılışını
gerçekleştirdik.
Yakındoğu Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin yeni binasının, Girne Amerikan
Üniversitesi Teknopark binasının açılışını yaptık.
Kumköy -Serhatköy İsale hattını, Lefkoşa -Güzelyurt yolunun ikinci etabını
hizmete açtık.
Turizm açısından önemli yatırımlar olan, yine bu arada Girne amfi tiyatrosunun açılışını
yaparak, tüm Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızın ve turistlerin hizmetine sunduk.
Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs'taki törenler sırasında vurguladım.
Burada bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyorum:
20 Temmuz 1974'te gerçekleştirlen Barış Harekatı, Kıbrıs Türkü'nün
soykırıma uğramasını engellemiş, büyük bir trajediye son vermiştir.
Barış Harekatı, toplu mezarlarda ağıtlar yakan kardeşlerimizin gözyaşını
dindirmiştir.
Barış harekatı, çocuklara kadar yönelen şiddeti, kini, öfkeyi ve insanlık
dışı vahşeti durdurmuştur.
Barış harekatı aynı zamanda, Anavatan'ın, yani Türkiye Cumhuriyeti'- nin, her
ne pahasına olursa olsun, Kıbrıs halkını koruduğunun ve korumaya devam
edeceğinin de, dosta düşmana ilanı olmuştur.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'mizin uluslararası hukuk ve anlaşmalardan
kaynaklanan haklarımızı kullanarak gerçekleştirdiği Barış Harekâtı, Kıbrıs
Türk Halkını özellikle özgürlük ve barışa kavuşturmuştur.
Bunu tüm dünya doğru anlamalıdır…
Bunu anlamayanların, anlamamakta direnenlerin de er geç anlayacaklarını ben şu anda görüyorum, buna inanıyorum.
Bakınız, biz, Kıbrıs'ta başından beri barışın taraftarı olduk.
Harekatın öncesinde de, sonrasında da barıştan yana, diyalogdan yana tavır ortaya
koyduk.
Bugün de bu tutumumuzu muhafaza ediyoruz.
Biz hep şuna inandık:
Kapsamlı çözüm, ancak Ada'daki gerçekler temelinde mümkün olabilecektir.
Kapsamlı çözüm, Kıbrıs Türk halkının, Kıbrıs Türk Devletinin kurucu ve eşit
olarak yer alacağı yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır.
Bu yeni ortaklık, altını burada çizerek ifade etmek istiyorum: İki kesimlilik,
siyasi eşitlik ve Türkiye'nin etkin garantörlüğü gibi vazgeçilemeyecek
ilkeler üzerine inşa edilecektir.
Bundan taviz vermemiz, bundan geri adım atmamız asla ve asla sözkonusu
değildir.
İktidarımızı bu konuda farklı düşünmekle itham edenler şunu bir daha bilsinler ki, bu çatının
altından konuşuyorum, eğer bizi itham edenler bu işe çok değer veriyorlarsa ben isterdim ki,
-sordum da- özellikle, hep birlikte 34. barış ve özgürlük kutlamalarında onlar da orada olsunlar.
Ama biz onları göremedik. İsterdik ki orada siyaset değil, orada hep birlikte iktidarıyla
muhalefetiyle beraber olalım ve dünyaya oradan bir mesaj verelim. Bunu isterdik. Tabi
burada bir şeyi daha söyleyeceğim. Buradan Kuzey Kıbrıs’la ilgili bu tür değerlendirmeleri
yaparak orayı yorumlamak suretiyle ahkam kesenler, aynı şekilde Kuzey Kıbrıs’tan Türkiye
ile ilgili olarak ahkam kesenler, şunu çok iyi bilmelidir: Eğer böyle bir adım atılacaksa bunları
başa baş otururuz konuşuruz ve aynı sesi, aynı dili konuşuruz. Çünkü buna muhtacız. Ne
KKTC ile ilgili ne de Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili farklı sesleri sorumluluk mevkiinde
olanlar konuşmamalıdır, konuşamaz. Böyle düşünüyorum.
Hiç kimse, ama hiç kimse, Kıbrıs Türk halkının kendi yönetiminden, eşit statü
ve eşit ortaklıktan vazgeçmesini beklemesin.
Hiç kimse Kıbrıs Türk halkından azınlık olarak yaşamayı kabul etmesini
beklemesin.
Hiç kimse boş hayaller kurup bu parametreleri değiştirme hevesinde olmasın.
AK Parti iktidarından da kimse böyle bir şey beklemesin.
Bunu burada söylemiyorum. Bütün uluslararası toplantıların kayıtlarında bunlar var. Bunları
Ben de söyledim, dışişleri bakanı arkadaşlarım da söylüyor, cumhurbaşkanımız da söylüyor.
Aynı dili hep birlikte konuştuk, konuşuyoruz, konuşacağız. Zaten bunu sağlarsak başarıyı elde
ederiz. Eğer bunu sağlayamazsak orada başarı olmaz. Artık bütün dünya kimin
barış istediğini, kimin işi yokuşa sürdüğünü çok iyi biliyor.
Bugün, dost da, düşman da kimin yapıcı, kimin bozucu olduğunu, kimin masaya
geldiğini, kimin masadan kaçtığını çok iyi biliyor.
Her zaman bir adım önde olacağız dedim. Aynı şeyi yine söylüyorum. Bunu anlayamayanlar
önce kendilerini bir çek etsinler. Niye? Her zaman bir adım önde olmak, barıştan yana
olmaktır. Her zaman bir adım önde, özgürlükten yana olmaktır. Her zaman bir adım önde
olmak, çözümden yana olmaktır. Ama yok, oturduğun yerde kalmak, çözümsüzlüktür.
Oturduğun yerde kalmak, barışa tehdittir. Oturduğun yerde kalmak, özgürlüklerin karşısında
olmaktır. Lafla bu iş olmuyor. Bizim çözüme ihtiyacımız var, çözümsüzlüğe değil. Bunu çok
iyi bilmemiz lazım.
İşte Rum tarafı ise, son yıllarda, yıllardır süren o politikalarıyla bizim iktidarımız
dönemimizde artık tamamiyle çıkmaza girmiştir. Uzlaşmaz bir siyaset tarzı güttüğünü bu
dönem, bu iktidar ispatlamıştır.
Bu siyasetinin bedelini de Kıbrıs Türkü'ne ödetmeye kalkan, Güney Kıbrıs Rum yönetimi,
Kusura bakmasınlar, biz ne haksızlık yaparız, ne haksızlığa göz yumarız. Böyle bir beklenti
içerisinde iseler boşuna bekliyorlar. Çünkü Türkiye bu işi kantarda iyi tartıyor ve biz onlara
karşı "kazan-kazan" derken, "her zaman bir adım ileride olacağız" derken,
hakkaniyet üzere, adil bir çözüm için çaba gösterdik.
Her zaman iyi niyetli olduk ve değerli arkadaşlarım 24 Nisan referandumunda da bunu çok
açık, net ortaya koyduk ve çözüme destek verdik.
Bunu da herkesin çok iyi bilmesini, çok iyi anlamasını, çok iyi kavramasını bizler bekliyoruz.
Bakınız, barış yönündeki tüm çabalarına, uzlaşma yönündeki tüm yapıcı
girişimlerine rağmen, Kıbrıs Türk halkı, uygulanan haksız tecritle
cezalandırılmaya çalışılıyor.
Ve 24 Nisan 2004’te yapılan referandumda Birleşmiş Milletler yetkilileri, ABD yetkilileri,
aynı şekilde Avrupa Birliği yetkilileri hep bizden destek istemişlerdir. Garantör ülke olarak
sözümüzü verdik, sözümüzde durduk. Ve bildiğiniz gibi Kuzey Kıbrıs Annan Planı’na yüzde
65 “Evet” dedi. Güney Kıbrıs yüzde 75 “Hayır” dedi. Yüzde 75 “Hayır” diyen Güney Kıbrıs
ödüllendirildi, hiçbir kriteri uymamasına rağmen Avrupa Birliği’ne alındı ama Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti cezalandırıldı.
Şimdi 21. yüzyılda böyle bir tecride, böyle bir izolasyona göz yummak büyük bir
insanlık ayıbıdır.
Onun için ta 28 Mayıs 2004’te Sayın Annan’ın yazmış olduğu rapor, hala Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin sümeni altında durmaktadır. Bunu açıklamaları lazım. Acaba bu rapor
niçin açıklanmıyor? Bunu şu andaki genel sekretere de, ilgili ülkelerin yetkililerine de,
hepsine söyledim. Ve bunu söylemiş olmamıza rağmen gerekli ilgi, alaka, cevabı henüz almış
değiliz. Fakat biz bütün bunlara rağmen, her fırsatta çözümden, uzlaşmadan, barıştan, hak ve
özgürlüklerden dem vuran bazı kesimlerin bu duruma bigane kalması, bu ayıbı daha da
derinleştirmektedir ve karşımızda da kendileri zor durumda kalmaktadır. Bu artık bizim
avantaj hanesine kaydedilmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Başta Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası toplumun, Kıbrıs Türkleri'ne verdiği sözleri yerine getirmelerini bekliyoruz. Kıbrıs Türk halkının maruz kaldığı bu haksız uygulamaların siyasi, hukuki, ahlaki, insani hiçbir açıdan izahı mümkün değildir.
Bunu, kiminle görüşürsek, hangi toplantıya katılırsak, hangi ülkeye gidersek gidelim, muhataplarımıza ifade ediyoruz.
Biz, bu tecridi sona erdirmek için yoğun bir gayret sarfediyoruz, son dönemde
bu yolda önemli mesafeler de aldık.
Tüm bu tecride, tüm haksız ambargolara rağmen, Kıbrıs Türk halkının kendi
ayakları üzerinde durabilmesi için de gereken desteği verdik, veriyoruz.
Şimdi ben, bizim, hükümetimiz döneminde, şu 5 buçuk yılda Kıbrıs ekseninde yürüttüğümüz
girişimci ve çözüm odaklı politika, burada, anavatan Türkiye'de veya KKTC'de
zaman zaman iç politika malzemesi yapılıyor.
Bunlara da zaman zaman şahit olduk, olduk. Tabi ki bunlar bizi üzüyor.
Akla ziyan, mantığa aykırı, vicdana ters iddialarla ortaya çıkıp bizi
mesnetsiz iddialarla itham edenler oluyor.
Biliyorsunuz neler demediler.
Kıbrıs'ı satıyor dediler.
Taviz veriyor dediler.
Geri adım atıyor dediler.
Daha neler neler…
Bunları diyenler bugüne kadar Kıbrıs için ne yapmışlar?
Kıbrıs'ta çözüm için ne yapmışlar?
Kıbrıs'ın ekonomisi için ne yapmışlar?
Kıbrıs’taki eğitim düzeni için ne yapmışlar? Kıbrıs’ın sağlık sistemi için ne yapmışlar? Kıbrıs
turizmine ne katmışlar?
Kıbrıs davası için, bu davanın tüm dünyaya anlatılması için ne yapmışlar?
Kıbrıs'ta barış için hangi adımı atmışlar, hangi mesafeyi katetmişler?
Bu soruların cevabı yok.
Neden?
Çünkü varlık sebepleri çözümsüzlük. Kesinlikle.
Ne siyasi çözüm için bir adım atmışlar, ne de ekonomik kalkınma için bir
gayret göstermişler.
Kuru hamasetin ötesinde, değerli arkadaşlarım, demode sloganların Kuzey Kıbrıs Türk halkına bir fayda sağlamadığını, mevcut durumunu daha da kötüye götürdüğünü yıllarca göremediler, anlayamadılar.
AK Parti iktidarı, Kıbrıs sorununu milli bir dava olarak gördü, gerçekçi bir
zeminde, ulusal çıkarlarımızı gözeterek, zamanın gereklerine göre uygun
olarak aktif ve yapıcı bir politika geliştirdi.
Bu politika, bugüne kadar hem Türkiye'nin, hem de Kuzey Kıbrıs'ın milli
menfaatlerine en ufak bir halel getirmeden, büyük bir açılım sağladı.
Bakın biz Kıbrıs için ne yaptık?
2002 yılında Kıbrıs ekonomisinin büyüme hızı -değerli arkadaşlarım burası tabi sizler için de,
şu anda ekranları başında bizleri izleyenler içinde çok çok önemli. Kıyas yapacaklar. Çünkü
ileri geri konuşanlar var. Onlara bir cevap oluştursun diye bunları veriyorum. Bunlar resmi
rakamlar. Öyle çarşıda pazarda toplanan rakamlar değil. Çıkarılan rakamlar değil. Sizlere
resmi rakamları veriyorum- 2002 yılında değerli arkadaşlarım Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti ekonomisinin büyüme hızı yüzde 6,9’dur.
2003 yılında 11,4’dür
2004 yılında 15,4’dür
2005 yılında 13,5’tur
2006 yılında 13,2’dir.
2007 yılında bunlara göre biraz düşük büyüme oranı gerçekleşti ancak 2008'de tahminimiz
yine pozitif ve yüksek büyüme olacağı yönünde.
AK Parti döneminde Kuzey Kıbrıs hep ileriye gitti, hiç gerilemedi, hiç küçülmedi.
Kişi başına milli gelire bakınız.
2002'de, KKTC'de, değerli arkadaşlarım, kişi başına milli gelir sadece 4 bin 409 dolardı. 4 bin
409 dolar. Peki bugün nedir?
Bugün geldiğimiz noktada kişi başına milli gelir tam 14 bin 47 dolara ulaşmıştır. 14 bin 47
dolar.
Arkadaşlar hangi iktidar döneminde nereye gittiği çok açık, net ortada.
İhracat:
2002 yılında 45 milyon dolardı, değerli arkadaşlar, bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
ihracatı 80 milyon doları aştı.
Şuraya dikkatinizi çekmek istiyorum:
Bakınız; 1974 yılında Kıbrıs'ta turizme yönelik olarak yatak sayısı 4 bin 493 adet idi.
2002 yılına kadar, yani 28 yılda yatak sayısı yaklaşık iki kat artmış ve 10
bin 611'e ulaşmış.
Peki arkadaşlar şu son 5 yılda, biz buna ne ilave ettik? Onu da söyleyeyim sizlere. Son beş
yılda -2007 sonu itibariyle söylüyorum- ulaştığımız rakam 15 bin 832’dir.
Hesap ortada. Halep oradaysa arşın burada.
2013 hedeflerimiz ise inşallah 30 bin yatak kapasitesine ulaşmak.
Turizm noktasında çok sayıda alt yapı projesine hükümet olarak destek
sağladık, sağlamaya devam ediyoruz.
Turizmle birlikte önemli bir sektör var. Nedir o? Eğitim sektörü. Bunu destekledik. Burada
da önemli başarılar elde ettik.
Değerli arkadaşlarım,
2002 yılında KKTC'de öğrenim gören, her milletten öğrenci sayısı 24 bin
adetti.
Bugün, ne oldu biliyor musunuz? 43 bin. Buyurun. 24 bin nire, 43 nire?
Hedefimiz 60 bine ulaşmak…
Lafa olur mu bu, olmaz. Ama yoğun bir şekilde şu anda oradaki özel sektör üniversiteleri,
onlar da geleceği görüyorlar ve yatırım üstüne yatırım yapıyorlar.
Bakınız 2003 yılında mevcut yurt sayısı 8 bin iken -arkadaşlar bu çok önemli- 8 bin yatak
kapasitesine sahipken, şu anda mevcut yurt sayılarının yatak kapasitesi ne oldu biliyor
musunuz? 28 bini geçmiş durumda. Hesap ortada.
Biliyorsunuz, ODTÜ'nün bir kampusü vardı, şimdi İTÜ'de bir kampusünü KKTC'de kuruyor ve iki yıl içinde eğitime başlıyor.
Tarım, orman, enerji, çevre gibi hemen her alanda KKTC'yi tarihinde hiç görülmemiş ölçüde destekledik, desteklemeye devam ediyoruz.
Bu seyahatimizde beraberimde gelen bakan arkadaşlarımı Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin muhatabı olan bakan arkadaşlarımla birlikte çalıştırdık. Orada ilgili bakan
arkadaşlarımız birbirleriyle geleceğe yönelik ne yapacaklarını görüştüler ve bu temaslarla
birlikte bundan sonraki süreci de karşılıklı olarak sürdürecekler.
Ve temaslarımız sırasında olsun, yaptığımız açılışlar sırasında da gördüm.
Kıbrıs hızla değişiyor, hızla kalkınıyor, şu anda hele hele, tıp fakültesinin açılışını
yaptığımız, değerli arkadaşlar Yakın Doğu Üniversitesi’nde, fiziki mekanlar olarak
Türkiye’de şu anda, özel sektörde böyle bir üniversite yok, görmedim. 17 bin öğrencisi var. O
da ayrı bir başarı ve bu Kuzey Kıbrıslı bir Türk’ün başardığı gerçekten dev bir projedir.
İçinde 11 fakültesi var ve hakikaten 2 bin dönümlük arazi üzerinde güzel bir kampus
oluşturmuş. Takdire şayan. Şimdi de tıp fakültesinin açılışını yaptık ve ilk defa bütün
olumsuz yaklaşımlara rağmen, şimdi üniversite hastanesi olarak hastanesini de kuruyor,
oluşturuyor.
Ve bunu engellemek isteyenler var biliyor musunuz? İçerden. Anlamak mümkün değil. Ama
o bütün bunlara rağmen bunu aşmak için adımlarını attı, atıyor. Bizde dedik ki, “Bize düşen
ne varsa biz yanındayız. Sen durmak yok yola devam de yoluna aynen devam et. Er veya geç
herkes bu yanlışı anlayacak ve biz nerde kalmışız diyecekler.”
Hamdolsun, bütün bunların yanında tabi az önce söyledim yol ve su. Her zaman söylüyoruz
yol medeniyettir su medeniyettir. Tabi Kıbrıs adasının genelinde ciddi bir su sıkıntısı var.
Geçenlerde biliyorsunuz Sayın Talat, güneye “Biz size verelim” dedi. Kabul etmediler.
Dediler ki “Biz Yunanistan’dan su alacağız.” Ve Yunanistan’dan gelen su kokmuş çıktı. Suyu
kullanamadılar, deşarj ettiler. Niye? Çünkü o sistemle bu iş yürümez. Şimdi biz yeni bir adım
atıyoruz. İnşallah projeyi bu yıl sonuna kadar bitireceğiz. Ve Anamur’dan Kuzey Kıbrıs’a
yılda 75 milyon metre küp inşallah su taşıyan bir denizaltı sistemini kuracağız ve deniz
altından asma boru sistemiyle inşallah Kuzey Kıbrıs’a suyu taşıyacağız. Ve tabi bunun Kuzey
Kıbrıs için çok çok önemli olduğu kadar, inanıyorum ki bir barış suyu hattına da zaman
içerisinde dönüşebilir.
Değerli arkadaşlarım,
Biz, Kıbrıs Türkünün yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik projeleri aynı
heyecanla desteklemeye devam edeceğiz.
Bu duble yolların yapımına aynı heyecanla devam edeceğiz. Bu yapılan yollar hep duble yol.
Kıbrıs’ta artık sürekli duble yollar yapılıyor ve bu da tabi Kuzey Kıbrıs’a farklı bir zenginlik
kazandırıyor.
Burada bir şeyi hatırlatmam lazım;
Bakınız, dönemimizde KKTC'nin uluslararası ulaştığı bir nokta var, konum var. O da
geçmişle kıyaslanmayacak derece de önemli.
Önceleri bir "toplum", bir "cemaat" olarak anılan KKTC, İslam Konferansı
Teşkilatında biliyorsunuz Annan Planındaki ifadesiyle "Kıbrıs Türk Devleti" olarak
gözlemci sıfatıyla o toplantılara katılmaya başlamıştır. Gözlemci üye sıfatıyla ve adı da Kıbrıs
Türk Devleti’dir. Zaten hedef bu değil mi? Bu. Bu gerçekleşti. İlk adım atıldı.
Ve KKTC, bizim dönemimizde 6 adet dış temsilciliğe kavuşmuştur.
Yine KKTC'nin uluslararası ilişkilerinin, özellikle görünür kılınmasının, etkinliğinin artmaya
başlaması, yürüttüğümüz aktif diplomasinin bir sonucudur.
İşte Pakistan’da Pervez Müşerref bir cumhurbaşkanı olarak, resmi davetli olarak Sayın
Talat’ı Pakistan’a davet etmiş ve bu ilk önemli uluslararası buluşma olmuştur.
Bu gelişmeler kendi kendine olmuyor, olmadı, sadece konuşarak, nutuk atarak yine olmuyor.
Milli menfaatleri korumak, milli menfaatleri geliştirerek, güçlenerek, büyüyerek olur.
Bu yüzden meseleyi siyasi, ekonomik, ticari, kültürel, sosyal, diplomatik tüm
boyutlarıyla ele almak, her alanda ileriye gitmek durumundayız.
Çünkü biliyoruz ki, adada barışın da, huzurun da, istikrarın da temeli Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kendi ayakları üzerinde durabilmesi, imkan ve
potansiyelini geliştirebilmesidir.
Şartlar ne olursa olsun, AK Parti iktidarı, her zaman KKTC'nin, Kıbrıslı
kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecektir.
Kıbrıs bizim milli davamızdır. Bu davayı, her ne pahasına olursa olsun
omuzlarımızda taşımaya devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Geçen hafta içinde Ankara'da bölgemizde barış ve istikrarın muhafazası
bakımından önemli görüşmelerimiz oldu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Stefın
Hedli ve heyetini Ankara'da ağırladık.
Başta Türkiye-ABD ilişkileri olmak üzere bir çok ikili ve bölgesel konuyu ele
alma fırsatımız oldu.
Ve aynı hafta içerisinde, İran Dışişleri Bakanı Muttaki'yi de Ankara'da ağırladık. Onunla da
heyetler arası, başa baş temaslarımız, görüşmemiz oldu.
İran'ın nükleer alandaki faaliyetleriyle ilgili hususlar aramızda görüşülerek uluslararası
boyutta, malum, bir tedirginlik, bir rahatsızlık olduğu konusu gündeme geldi.
Türkiye, bu noktada da etkin bir rol üstlenmiştir ve sorunun barışçıl
yollardan çözümüne yönelik yoğun bir diplomasi trafiği yönetiyoruz.
Hiç şüphesiz, her ülkenin, enerji ya da daha geniş anlamda barışçıl amaçlarla
nükleer faaliyette bulunması gayet tabiidir.
Biz de şu anda bu yolculuğa çıktık. Biz de nükleer enerjiden istifade edebilmenin şu anda
gayreti içerisindeyiz. Bunun adımlarını atıyoruz.
Ancak, bu noktada uluslararası toplumun, toplumun rahatlatılması hususunu Sayın
Bakan'a ilettik.
Ve Türkiye'nin bu noktada üzerine düşeni yapacağını, İran ile uluslararası
toplum arasında bir kısım misyonlar üstlenebileceğini kendilerine ifade ettik.
Nitekim Celili ve Solana’nın yapmış oldukları görüşmeden sonra İran’a dönerken konu ile
ilgili İran Özel Temsilcisi İstanbul’a uğramış ve Dışişleri Bakanı’mız Ali Bey’le İstanbul’da
bir görüşme gerçekleştirdiler ve bu da basına yansıdı.
Yine İran'a, ön müzakerelere başlamaları noktasında telkin ve tavsiyelerimizi
de illettik.
Değerli arkadaşlarım,
Temennimiz odur ki tabi bu, başarıyla noktalansın, başarıyla neticelensin.
Bildiğiniz gibi son olarak üç Alman turisti Ağrı Dağı'nda teröristler tarafından kaçırıldı. 13
gün aradan sonra serbest bırakılan Alman dağcıları Alman güvenlik elemanlarına
teslim ettik.
Terör örgütünün sivillere yönelik bu tür eylemleri, gerçek yüzlerinin
Batılılarca daha iyi görülmesini sağlıyor.
Tabi Emniyet Teşkilatımız bu Alman dağcıları teslim aldıktan sonra ağırladılar, ondan sonra
Almanya’dan gelen heyete teslim ettikleri gibi onları en iyi şekilde Almanya’ya
memleketlerine de uğurladılar.
Tabi burada bir gerçeği ifade etmemiz lazım. Batı hala bu terör örgütüyle ilgili
söylemlerimize, kendilerine ifade ettiklerimize uzak duruyor. Temenni ederim ki, bu olaylar
onların bu konudaki hassasiyetimize daha doğru, daha paralel cevaplar vermesine vesile olur.
Temmuz ayı içerisinde, terörle mücadele kapsamında biliyorsunuz 31'i bu noktada etkisiz hale
gelen, 13'ü sağ veya yaralı olmak üzere toplam 44 terörist bu noktada etkisiz hale getirildi.
Bu süreçte 1 subayımız, 1 astsubayımız, 5 erimiz ve erbaşımız şehit oldu.
Bir kez daha kendilerine Allah'tan rahmet diliyorum.
Ailelerine başsağlığı diliyorum. Yaralılarımıza Allah’tan şifalar diliyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri, kışın çetin şartlarında, kar yağışı ve o soğuk altında
terörle mücadele edebileceğini gösterdiği gibi, şimdi de bu aşırı sıcağa rağmen
mücadelesini, kararlılığını her an gösteriyor.
Bu süreç, aynı kararlılıkla ve aynı hassasiyetle devam edecektir.
Çünkü burada kalkıp da bir rehavete kapılmak söz konusu olamaz.
Bu arada değerli arkadaşlarım Türk Tiyatro ve Sinemasının önemli isimlerinden,
duayenlerinden olan Suna Pekuysal hanımefendinin -son zamanlarda biliyorsunuz yakalandığı
bir hastalık neticesinde- biraz önce vefat ettiği haberi geldi. Biz kendilerine Allah’tan rahmet
diliyoruz. Bunu da burada özellikle sizlerle paylaşmak istedim.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri selamlıyor, bu haftaki çalışmalarda başarılar diliyorum…
|